3 Eylül 2007 Pazartesi

Mustafa Yıldızdoğan - Amirim

Ah anam ah;
Yine sana yazıyorum, yine sana döküyorum içimi. Senden başka kim anlar ki beni!

Dün o fırtınalı gecede eve giderken, karanlık kuytu bir köşede, bir adam çıktı karşıma "Beyim, beyim" dedi, elindeki yarım sigarayı göstererek ateş istedi. Tam sigarasını yakıyordum ki, parmağındaki yüzüğü görünce, o buz gibi elleri ta ciğerimi yaktı. "Bu yüzük" dedim, kafasını kaldırdı, yüzüme baktı dokunma dedi. Hey Allah'ım bu o, Amirim. Sarıldım boynuna, tanıyamadı, hatırlayamadı beni. Yalvara yalvara zor razı ettim eve gitmeye. Soğuktu. Bir Allah'ın kulu yoktu ortalıkta, bizden ve peşimizden ayrılmayan siyah kediden başka.

Eve varıncaya kadar o günleri anlattım. Beni nasıl çatışmadan kurtardığını, yüzüğü de o günün hatırası olarak parmağına taktığımı, daha başka Aydınlı plakacı 09 Osman'ı, Trabzonlu Laz Dursun'u, Maraşlı Ede Ökkeş'i, Erzurum'lu Yanık Ömer'i, ama nerede, beni dinlemiyordu bile hep bir şeyler mırıldanıyordu ağırdan ve sessiz. Gidenler gelmeyecek, gidenler gelmeyecek. Amirim başka dünyalardaydı.

Eve vardık. Kediyi kucağına aldı, kediyi ısıtıyordu, halbuki kendi titriyordu. Sobanın farkında bile değildi garibim. Beraber çektiğimiz fotoğrafları, bana hediye ettiği cevşeni gösterdim, oralı bile olmadı. Tedirgindi, bir şeyler arıyordu. Cebinden eski bir kağıt parçası çıkardı, baktı, baktı kül tablasına bıraktı. Fark ettirmeden aldım bir telefon numarası yazılıydı aradım. Telefona çıkan karısıydı. Amirimin yanımda olduğunu söyleyince kadın öyle bir çığlık attı ki, kalp atışını yüreğimde hissettim. Nasıl bu hale düştüğünü sorunca, kadın bir ah çekip anlatmaya başladı;

"Teskeresi 12 gün geçen fakat çatışmada olduğu için alayına dönemeyen evli, 27 günlük yeni bebeği olan, bir evin bir oğlu, Sivaslı Ali adında bir asker kucağında şehit olmuş, o anda şuurunu kaybetmiş, velhasıl kafayı yemiş" vay be...

Amirim ki eksi 25 derecede Hakkari'nin dağlarında kara kışa ve haydutlara karşı meydan okurdu. Vatan dedi mi bir vatan daha çıkardı ağzından, zoru sevdirmişti, çileyi sevdirmişti. Ay yıldızlı bayrak için ölümü, ölümü sevdirmişti Amirim.

Lafın kısası güzel anam, biraz sonra kadıncağız iki çocuğunu da alıp geldiler. O karşılaşma anı var ya; vicdansızı merhamete getirecek bir an. Karısını ve çocukları karşısında görünce, o umursamaz adam, doğruldu, kanatlanacak kuş gibi öyle bir atıldı ki çocuklarının üstüne, anlatamam.

Ne kadar ısrar ettimse de kalmak istemediler, vedalaştık. Kapının önünde arkalarından bakakaldım. Kavuşmak ne güzel şey, ah bir de ben sana kavuşabilsem ey güzel anam.

Amirim sanki bir şey unutmuş gibi birden geri döndü. Elini omzuma koydu, gözlerini gözlerime dikti, yutkundu yutkundu ve şu okkalı sözler döküldü dudaklarından:

"Bir ağaçtan bir milyon kibrit çıkar, bir kibrit bir milyon ağacı yakar."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder